Fırça Darbeleri
– Yıldırım gel, harika bir yer buldum.
Kemal az ileriden bana sesleniyordu. Kemal ile 45’e yıla yakın bir arkadaşlığımız var. 20’li yaşlarımızdaydık tanıştığımızda, şimdiyse 70’lerimize yaklaştık. Çalıların arasında kaybolmuştu Kemal ama sesi yakınlardan geliyordu. Sese doğru hareket ettim. Kemal’in sesindeki heyecana bakılırsa muhteşem bir yer bulmuş olmalıydı. 40-50 metre ilerleyip çalılıklardan sağa dönünce Kemal’i gördüm. Büyük bir kayanın ucunda, etrafa hayran hayran bakıyordu. Kayanın ucuna gelince Kemal’i neyin bu kadar heyecanlandırdığını gördüm. Ortasında ırmak akan bir vadi, yemyeşil ormanlarla kaplı dağ sırası.. Çantamıza iliştirdiğimiz katlanır sandalyelerimizi açtık oturduk. Yanımızda her zaman ikişer tane termos taşırdık. Birinde su, diğerinde sıcak kahve olur, doğa yürüyüşlerimizde bulduğumuz en güzel yerde kahvemizi içerdik. Bugünse bulabileceğimiz en iyi yeri bulduğumuza şüphemiz yoktu. O yüzden kahve dolu termoslarımızı çıkardık ve sandalyelerimize oturup bir süre etrafı seyrettik. Bu sessiz etrafı seyretme durumu ritüelimizdi. Her bulduğumuz yerde yaklaşık 5 dakika sessizce etrafı seyreder sonra sohbete başlardık. Bu bir uyum süreci, huzuru içine çekme seansıydı. Huzuru içine çekme seansının bitişini Kemal yaptı.
– Hala nefesimizi kesecek şeyleri bulabiliyor olmamız çok güzel değil mi?
– Nefesimizi kesecek bir şeyler hep olacak Kemal. Sonuncusu da gerçekten kesecek.
Bunu derken yüzümü Kemal’e dönmüş, suratıma da hafif bir gülümseme kondurmuştum. Kemal sözlerimi duymamış gibi manzarayı seyrediyordu. Dinlemiyor görünse de her zaman söylediklerimi duyardı. Beni dinlediğini de biliyordum. 30 saniye kadar sonra cevabını da verdi;
– Ölüm ile yaşam, varlık ile yokluk… Ne kadar da birbirlerine benziyorlar.
Hayatım boyunca her şeyin hep en yalın haliyle anlatılmasını istemişimdir. Söylenmiş her sözü inadına deşmiş, en romantik ve coşkulu anların o güzel laflarını parçalara ayırıp büyüyü bozmuşumdur. Ama bunu hiç bir zaman kötü niyetle yapmadım. Çünkü deşilen şeylerin altından daha değerli parçalar çıkacağını düşündüm. Evet ilk hali kadar yekpare ve parlak şeyler olmaz çoğu zaman ama günün sonunda elimizde çok daha fazla ve işlevsel şey olur. Yine bu özelliğimi durduramayarak Kemal’e döndüm;
– Bu söylediğini biraz açar mısın Kemal?
Kemal manzaraya bakmayı bırakıp ilk defa yüzünü bana döndü. Düşünceli bir hal ile:
– Ya Yıldırım, senin de hayatında olmadı mı, hmm şey, doludizgin yaşamayı isterken bu doludizgin hayata anlamını veren şeyin ölüm olduğunu hissettiğin bir an. Ya da varlığını odalar dolusu hissettiğin anlardaki heyecanınla, koca evrende hiç olduğunu hissettiğin andaki heyecanın birbirinin benzeri olduğunu düşündüğün bir an. Bende benzer şeyleri uyandırıyorlar. Olumsuz hisler değil bu, aksine olumlu, nasıl diyeyim, huzurlu.. Huzurlu da değil aslında ama işte güzel bir his. Varsın ama yoksun. Ölüm korkutucu ama ölüm gibi nefesini kesecek heyecanlar peşindesin. Anlatabiliyor muyum bilmiyorum ama sen beni bilirsin Yıldırım. Ne demek istediğimi anladığını düşünüyorum.
Kemal’in bu sözlerini soluksuzca dinledim. Sözlerinde ilgimi çeken yanlar vardı ancak dikkat kesilmeme asıl neden olan şey; Kemal’in doğru kelimeleri arayıp bulamıyor, içindeki o duygu yoğunluğundan dolayı zihnini yönlendiremiyor oluşuydu. Kemal hakkında olumsuz bir şey yaratmadı bu durum bende, aksine ‘‘nefes kesilmesi’’ diye bahsettiğimiz şeyin canlı örneği gibi geldi. Kemal’in nefesi kesilmişti. Manzara onda bir şeyleri tetiklemiş, duyguları ruhunu sarmıştı. Yokluk ve varlık arasında usulca salınıyordu.
– Seni gayet iyi anlıyorum desem ne kadar dürüst olurum bilmiyorum Kemal. Sen de beni iyi tanırsın. Yokluğunu kabul edemeyeceğim bir zihnim var. Her şey olduğu gibi varlığını sürdürmeli benim zihnimde. Yok olanı düşünemem, Var olanı yokmuş gibi algılayamam. Bunlar benim zihnim için yorucu şeyler. Ama ruhunu saran o duygu yoğunluğunu görebiliyorum. Bunu görmek hoşuma gidiyor.
Kemal yüzünü tekrar manzaraya dönmüştü. Beni dikkatle dinledikten sonra manzaradan yüzünü ayırmadan cevap verdi:
– Yok olanı düşünemem, var olanı yok gibi algılayamam diyorsun ama bana ruh diyorsun, duygu diyorsun. Hatta bunları gördüğünü söylüyorsun. İşte kelimelere dökemediğim şey böyle bir şey. Bu söylediğin şeyleri görmen için berraklaşmamız lazım. Doğal olan her şeye, doğaya, hayata, ölüme bürünmemiz gerek. İnsanlar ölümü ve yaşamı karmaşık zannediyor. Bence onlar da gayet berrak. Dümdüz, pütürsüz. İşte böyle berraklaşırsak, ruhları ve duyguları daha iyi görürüz. Bu berraklaşma, ne yokluk ne de varlık .Şöyle anlatmaya çalışayım Yıldırım. Anlatması fazlasıyla zor ama deneyeceğim. Bir resimde binlerce fırça darbesi var değil mi? Bu tüm fırça darbeleri arasından herhangi bir fırça darbesi oracıkta durur. En nihayetinde böyle bir fırça darbesi vardır. Ama baktığımızda onu görmeyiz. Binlerce fırça darbesinin oluşturduğu bütünü görürüz. Var olan tüm o fırça darbeleri berraklaşmış da arkasındakini gösteriyor gibi. Böyle bir şey işte Yıldırım.
Bu örnek önceki sözlerine göre daha çok ikna ediciydi. Etkilenmedim diyemezdim. Kemal’in her zaman böyle ‘‘berraklaşma’’ durumları olmuştu. Derin düşünür, derin yaşardı. Benim içinse her şey net ve gerektiği yerde olmalıydı. Fırça darbeleri benim için resmin oluşması adına gerekli şeylerden öteye gitmezken, Kemal için varlık, yokluk ve berraklaşma üzerine bir sembol olabiliyordu. Kemal’e cevaben bunları söylemek istedim bir an. ‘‘Fırça darbeleri benim için sadece gerekli şeylerdi. Olması gerektiği yerde olan, doğal şeyler. Daha ötesi değil.’’ demeye niyetlendim ama aslında aynı şeyleri düşündüğümüzü fark ettim. ‘‘Olması gerektiği yerde olan, doğal şeyler’’. Her şey olması gerektiği yerdeyse, ufacık bir fırça darbesiysek eğer, bu var olduğumuzu, resim için hayati bir öneme sahip olsak dahi göze çarpmadığımızı gösterirdi. Var olmak, önemli olmak ama göze de çarpmamak yani bir nevi yokluk ya da berraklık durumu.. Bu düşünce Kemal’in dediği gibi bir huzur hali yaratıyordu. Ya da yine Kemal’in dediği gibi tam olarak huzur değil ama olumlu güzel bir his yaratıyordu. Bunları düşündükten sonra Kemal’e döndüm;
– Seni şimdi daha iyi anladım. Ben de kelimelere dökemiyorum, bu yüzden seni anladım ve haklı olduğunu düşünüyorum demekten başka seçeneğim yok.
Kaç dakika sessizce düşündüğümü bilmiyordum. Kemal’in bana dönerek gülümsemesinden anladığım, Kemal, uzun süre sessizce düşündüğümden olacak söylediklerini özümsediğime, gerçekten kendisini anlayıp hak verdiğime kanaat getirmişti. Konuyu değiştirmesi gerektiğini düşünmüş olacak ki manzaraya tekrar döndü ve iç geçirdi;
– Dün torunum Tekin aradı. Eşi hamileymiş. Oğlumun torunu olacak Yıldırım. Bu da garip bir his.